Erzurum

ERZURUM ADI

Erzurum’un bilinen ilk adı Doğu Roma (Bizans) İmparatoru II.Theodosios‘ a (408-450) izafe edilen Theodosiopolis‘ ti, şimdiki Erzurum‘ un yerinde kurulmuştu. IV. asır sonuna doğru Roma imparatorluğu sınırları içine alınmış ve 415 tarihinde Theodosios‘ un emriyle Şark Orduları Kumandanı Anatolius tarafından kurulmuştur. Urfalı Mateos‘ a göre bu şehir Garin mıntıkasında Fırat’ın kaynağına yakın bir yerde bulunuyordu. Belazurî. bölgeye hakim olan Ermenyakos‘ un ölümü üzerine yerine geçen Kali adlı karısı tarafından kurulduğu için Araplarda Kalikala (Kali‘ nin ihsanı) adını vermişlerdir. Belazuri Kalîkala‘ yı dördüncü Ermeniyye şehirleri arasında sayar ve Ermeniyye şehirlerinden biri olarak kabul eder. X. asır İslam coğrafyacıları Kalikala şehri hakkında bize malumat vererek, doğuda ev eşyasının en önemlisi sayılan Kali (halı)nın burada yapıldığını ve adını bu şehirden almış olduğunu kaydetmektedirler. Hudud alalam‘ ın yazarı bu şehrin müstahkem bir kalesi bulunduğunu ve her taraftan gelen gazilerin burayı nöbet tutarak koruduklarını  ve şehirde tüccarların çok olduğunu bildirmektedir. Bugünkü Erzurum adı ise, Erzen‘ in Selçuklular tarafından fethedilmesi üzerine ahalisinin Theodosiopolis‘ e (Kalikala=Karin) göç etmelerine müteakip bu şehre Erzen ve Türk hâkimiyetinin ilk safhalarında bu adın sonuna, Meyyafarikin (Silvan) ile Siirt arasındaki Erzen‘ den ayırmak ve Anadolu’ya ait olduğunu belirtmek üzere Rum kelimesi ilave edilerek, Erzen al-Rum denilmesinden kaynaklanmıştır. Selçuklular tarafından Erzurum’da basılmış paraların üzerinde şehrin adı Arzan al-Rum şeklinde yazılmıştır.

Tarih Öncesi Çağlar

Erzurum ve çevresi özellikle son Kalkolitik ve Eski Tunç çağından itibaren yoğun iskana ve siyasi olaylara tanık olmuştur. Bunun sebebi en eski çağlardan beri önemli ticari ve askeri yolların kavşak noktasında yer alması, zengin akarsu kaynaklarını bünyesinde bulundurması ve doğal savunma zeminine sahip olmasıdır. Çevredeki sert iklim şartlarına rağmen dağ silsileleri ve akarsu boylarındaki verimli ovalar tarıma ve bilhassa hayvancılığa uygun bir ortam oluşturmuştur. Karaz, Pulur ve Güzelova kazılarının tanıklığında, yaklaşık altı bin yıldan beri çevredeki yaşama biçiminin devam ettiği söylenebilir. Bölgede M.Ö. IV. binden itibaren çok kuvvetli bir kültür birliğinin olduğu da ortaya çıkmıştır.

–In der Eisenzeit befand sich in der Umgebung von Erzurum vermutlich das Königreich Daiaeni, das aus einigen assyrischen Inschriften bekannt ist. Später war das Gebiet Teil des Reiches von Urartu. Nach dem Niedergang Urartus herrschten hier später die iranischen Achämeniden. Erzurum war danach Teil von verschiedenen Reichen und Dynastien. Dazu zählen die Artaxiden, Makedonen, PartherSassanidenTao-Klardschetien, Armenier, Römer, Byzantiner, Araber und diverse türkische Fürstentümer wie die Saltukiden. Erzurum war oft auch die Grenze zweier rivalisiernder Reiche, so z.B. Rom und Parthien oder Osmanisches Reich und Russland.
Die Hauptstadt Erzurum war Sitz eines Titularbistums und Sitz eines Bischofs. Mit der arabischen Eroberung wurde das Gebiet nach und nach islamisiert, doch es gab noch viele christlich armenische Gemeinden.
Seit dem 16. Jahrhundert war Erzurum Teil des Osmanischen Reiches und blieb dies größtenteils bis zum Ersten Weltkrieg. Erzurum war als osmanisches Vilayet um einiges größer als heute. 1878 wurde ein Teil der Provinz von den Russen im Russisch-Osmanischen Krieg von 1877–78 erobert, annektiert und an das Oblast Kars angegliedert. 1916 eroberten die Russen vom Norden kommend in der Schlacht von Erzurum das Gebiet. Nach dem Ende des Weltkrieges und dem türkischen Unabhängigkeitskrieg-gehört-die-Provinz-Erzurum-zur-Türkei.

MUSTAFA.KEMAL.PAŞA.ERZURUM’DA
İstanbul Hükümeti, İtilaf Devletleri’nin baskıları sonucu, Anadolu’da asayişi sağlamak amacıyla ordu müfettişlikleri teşkil etti. Bu tasarı gereğince. Doğu Anadolu‘ da ki 9. Ordu Müfettişliğine Mustafa Kemal Paşa tayin edildi. Mustafa Kemal Paşa‘ ya verilen talimata göre, Trabzon, Erzurum, Sivas, Van Vilayetleriyle Erzincan ve Canik müstakil livalarına gereken emirleri verebileceklerdir. Mustafa Kemal Paşa‘ ya verilen bu geniş talimattan da anlaşılacağı üzere, O‘ nun görevi yalnızca Samsun ve havalisindeki asayişsizliğe son vermenin ötesinde idi. Anadolu‘ ya ayak basar basmaz yapmaya başladığı işlerde bunu ortaya koymaktadır.
Mustafa Kemal Paşa 3 Temmuz 1919’da Erzurum’a geldi, ilk karşılama merasimi Erzurum’un batısında on yedi kilometre uzaklıktaki Ilıca‘ da yapıldı.
Mustafa Kemal Paşa Erzurum’a gelişinin ertesi günü 4 Temmuz’da Erzurum Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ni ziyaret etti.
Mustafa Kemal Paşa, 5 Temmuz 1919’da yakın arkadaşları ile bir toplantı yaptı. Toplantıya Karabekir Paşa, Rauf Bey, Eski Vali Münir, Süreyya, Ordu Müfettişliği Kurmay Başkanı Kazım, Kurmay Binbaşı Hüsrev, Binbaşı Refik, M.Müfit Beyler katılmışlardı. Toplantıda bulunanlar, Mustafa Kemal Paşa‘ ya sonuna kadar yardım edeceklerine, onu lider olarak kabul ettiklerine dair söz verdiler.

ERZURUM KONGRESİ
Erzurum Kongresi, 23 Temmuz – 7 Ağustos 1919 tarihleri arasında Erzurum’da toplanan kurultaydır. Kongreye çoğunluğu işgal altındaki 5 doğu ili Trabzon, Erzurum, Sivas, Bitlis ve Van’dan gelen 62 delege katılmış; 2 hafta süren kongrede alınan kararlar Kurtuluş Mücadelesi’nde izlenen çizgide önemli ölçüde belirleyici olmuştur.
Erzurum kongresi bölgesel bir kongre olmasına rağman tüm ulusu etkileyecek kararlar alınmıştır. Kongreyi geçici başkan olarak Erzurum delegelerinden Hoca Raif Efendi açmış; yoklamanın ardından yapılan oylamada Mustafa Kemal Paşa kongre başkanlığına getirilmiştir. Aslında 10 Temmuz’da başlaması öngörüldü. Fakat delegelerin bir bölümünün gelememesiden ötürü 23 Temmuz’a ertelendi.

Erzurum Kongresi’nde alınan kararlar:

Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür,parçalanamaz.
Her türlü yabancı işgaline ve müdahalesine karşı millet hep birlikte direniş ve savunmaya geçecektir.
İstanbul Hükümeti vatanın bağımsızlığını sağlayamazsa geçici bir hükümet kurulacaktır. Bu hükümet milli kongre tarafından seçilecektir. Kongre toplanmamış ise, bu seçimi Temsilciler Kurulu yapacaktır.
Kuva-yi Milliye’yi etkili, milli iradeyi hakim kılmak esastır.
Azınlıklara siyasi hakimiyetimizi ve sosyal dengemizi bozacak ayrıcalıklar verilemez.Ancak bu vatandaşların canları,malları ve ırzları her türlü saldırıdan korunacaktır.
Manda ve himaye kabul olunamaz.
Milli irade ve toplanan ulusal güçler padişahlık ve halifelik makamını kurtaracaktır.
Mebuslar Meclisi’nin derhal toplanmasına ve hükümetin yaptığı işlerin milletçe kontrolüne çalışılacaktır.
Sömürgecilik amacı taşımayan devletlerden teknik,sanayi ve ekonomik yardım kabul edilebilir.

DADAŞ KELİMESİNİN ANLAMI …


Dadaş kelimesi değişik anlam ve şekillerde yorumlanmıştır. Kimine göre; mert, cesur, özü sözü doğru zalimin karşısında, mazlumun yanında olan merhametli, yiğit biridir. Kimilerine göre; erkek kardeş, ağabeyi, cesur, yiğit, tüm erdemleri kendisinde toplamış mükemmel bir insandır. „Aynı zamanda ’numune-yi misal‘ bir Erzurumludur. Bazılarına göre de. bar tutan, at binen, cirit atan. kabadayı, tığ gibi bir delikanlıdır.“

Erzurum, dadaş ve bar bir biriyle yoğrulmuş tek sözcük gibidir. Bu sözcüklerden biri kullanıldığında hemen diğerleri hatıra gelir.

Erzurumlu, sert granite dantel dantel, duygu duygu incelik veren zevk, heyecan, inanç ve benzeri faktörlerin tezgâhında biçimlenerek farkında olmadan ‚dadaş‘ olmuştur. 

Dadaşlık, öyle rastgele kazanılmış bir sanat veya meslek değil, bazı müstesna şahsiyetlerde görülen; „efendilik“ gibi fıtrî (doğmatik) bir ruh asaletidir. Bu düşünceden baktığımızda tarihî bir misyona sahip olan dadaş, „Zaman zaman serhat boylarının bekçisi, âcizin. yoksulun, kimsesizin hamisi, eli ve sofrası açık mert bir köylü, bir esnaf, camilerimizin imanlı, toksözlü. nur yüzlü vaizi, siyasî hayatın medeni cesaretini nefsinde toplamış cesur bir hatip, yiğit bir kumandan, vazifesini namus bilen bir memur, bir öğretmen kendisini  ailesine ve çocuklarına vakvetmiş Erzurumlu bir ana veya babadır.“

Dadaş, aile içinde ve dışında herkesin saygınlığını kazanmış, her konuda kendine güven duyulan, sofrası eşe – dosta yoksula düşküne açık, İyi bir aile reisidir.

ESKİ ERZURUM EVLERİ

Erzurum evlerindeki yapı sanatı kuşaktan kuşağa gelişerek sürdürülmüştür. Evlerin iklim koşullarının olumsuzluklarına göre biçimlenişi bu yöre mimarlığına ayrı bir özellik kazandırmıştır. Büyük boyutlu olan evler kalın kesme taş duvarlarla inşa edilirken belli aralıklarla yatay ahşap hatıllarla birbirine bağlanmıştır. Bu uygulama ağır taş yapımının deprem yüklerini karşılayabilmesi için yapılmıştır.

Yapılarda çeşitli taş cinsleri uygulanmıştır. Bunlardan koyu renkli bazalt türü Karataş temellerde ve su basmalarında, hafif kalker cinsi olan boztaş ise binanın dış yüzeylerini oluşturan duvarlarda kullanılmaktaydı. Kırmızı ve pembeye çalan kamber taşına bazı varlıklı ailelerin evlerinde rastlanmaktadır.
Ara duvarlarda tuğla malzemelerden yararlanılmıştır. Ancak taş ve ahşap kadar kullanım alanı yoktur. Ahşap ise taştan sonra en çok kullanılan yapı malzemesidir. Söğüt, kavak ve çam türlerinden başka ağaç cinslerine pek rastlanılmaz. Çıralı çam dayanıklı olduğundan taşıyıcı kirişlemelerde, pencere ve kapılarda, taş duvar içindeki ahşap hatıllarda kullanılmıştır.
Taş duvarlar pencere ve kapı yanları dahil köşelerde kesme, orta kısımlarda ise moloz yığma sistemiyle inşa edilmişti. Bu genel uygulama dışında ayrıca zengin evlerinde tüm yüzeylerin kesme taşla oluşturulduğu örnekler vardır. İç duvarlar tuğlayla örüldüğünden bağlayıcı olarak kireç harç kullanılır. Bağdadi sistemle ara bölmeler yapıldığında ise iki bağdadi çıtaları arasında izolasyonu sağlamak üzere ot ya da saman doldurulur.

Damları genellikle düz olarak kurulur. Bu tür damlar oda ve avlu üstündeki örtü için uygulanır. Tandırevi üstü örtülürken, çatıda kare biçiminde bırakılan boşluk üzerine diyogenal bindirmelerle üst üste daralarak yerleştirilen ahşap kirişler yükseldikçe daralarak bir sekizgen piramit oluşturur. Bu örtü Erzurum evlerine özgü bir detaylamadır. Bir de Pasin örtü denen ve alınların örtülmesinde kullanılan iki yana eğimli basit bir örtü sistemi vardır. Bu örtülerin tümünde geçerli olmak üzere önce kirişleme üzerine söğüt dalları, sonra bunun üzerine toprak serilerek çatı tamamlanmış olur.


Erzurum evlerinin cephelerinde en önemli öğe ise çıkmalarıdır. Bazı örneklerde zemin kata tavan olan üst kat döşemesi, 40 ile 90 santimetre kadar dışarıya taşırarak verev çıkmalar yapılmıştır. Diğer bazı örneklerde ise tüm kat değil odaların bazıları sokağa taşırılmıştır.
Plan şemasındaki Erzurum evi karakterini zemin kattaki avluya Tandırevi çözümleri belirler. Giriş kapısından içeri geçildiğinde önce avluya ulaşılır. Buradan yandaki mekanlara, tandır evine ve üst katta divanhaneye geçilir.
Tandır evinin plan şeması kare, dikdörtgen ya da uzun
dikdörtgen olabilir.

Bu sonuncu tandır evinin arkada olduğu durumlarda meydana gelir.
Tandırevi, oturma, dinlenme, yemek yeme gerekirse yatma gibi işlevlerin sürdürüldüğü çok amaçlı kullanılan bir mekandır. En küçükleri 5×6 metre boyutlarında olan bu mekanın genellikle kare ya da kareye yakın dikdörtgen olması, üzerine oluşturulacak kırlangıç çatı için kolaylık sağlamaktadır.
Odalar, dolap, sedir ve ocaklarıyla Anadolu’nun diğer yörelerindeki ilkelerin geçerli olduğu mekanlardır.
Sofa ise karasal iklimin oldukça küçülmüş ve işlevinin önemli bir bölümünü yitirmiş yalnızca geçit mekanı haline dönüşmüştür. Sofadaki günlük yaşamla ilgili işlev tandır evinde sürdürülmektedir.

Yapı Malzemesi

Erzurum evlerinin ana özelliklerini belirleyen önemli bir etkende yapı malzemesidir. Ana yapı malzemesi taş,ahşap,toprak,tuğla ve maden olarak ele alınır.

1- Taş : Köşe ve cephelerde yontu taş,diğer kısımlarda moloz taş duvarlar kullanılmıştır. Karataş, Boztaş ve Kamber taşı gibi türleri vardır. Karataş, Hasankale civarından ve Nene hatun (Sivişli) Köyü; Boztaş, Ağzı açık tabya ve Ağveren Köyü; Kamber taşı ise aynı adlı köyün ocaklarından temin edilmiştir.

2- Ahşap : Erzurum evlerinde taştan sonra en çok kullanılan yapı elemanıdır. Duvarları bağlayan hatıllar,toprak örtüyü taşıyan kirişler,döşeme ,tavan ve bütün doğramalar ahşap olarak yapılmıştır. Çam,kavak ve söğüt en çok kullanılan ağaç çeşitleridir. Saz ve kamış da damın örtülmesinde yardımcı malzeme olarak kullanılmıştır.

3- Toprak : Erzurum evlerinin ana örtü malzemesi,taş duvarların bağlayıcı elemanıdır. Toprak malzeme şehir çevresinden tabyalardan kolaylıkla temin edilirdi.

4- Tuğla : Toprak elverişli olduğu için yapılan tuğlalar kalitelidir. Tuğla, ara bölmelerde 1.katın cephesinde ve baca yapımında kullanılmıştır.

5- Maden : Sıcak demir işleri olarak kullanılmıştır. Kapı ve pencere menteşeleri,kuşakları,çiviler,pencere parmakları,kapı tokmakları demirden yapılmıştır. Bronz döküm kapı tokmakları da kullanılmıştır.

OLTU TAŞI

Oltu, tarih ve kültür bakımından zengin bir ilçedir. Güzel bir el sanatı olan Oltu Taşı işletmeciliği bu zengin kültür ilçesinde kendine has bir yeri vardır.Oltu Taşı kıymetli bir maden taşı olup, sadece Oltu ve çevresinden çıkmaktadır. 3213 sayılı Maden Kanunu’nda kıymetli taşlar arasında olduğunun tescili dahi yapılmıştır. Çıkarılması, zor, rezervi az, fakat işlenmesi kolaydır. Oltu’nun sembolü olup yüzlerce ailenin ekmek teknesidir.

Oltu Taşının teşekkülü
Oltu Taşı çıkarılan yerlerdeki bitki fosillerinden anlaşıldığına göre, ağaçların reçinesi ile kil ve linyitin karışımından teşekkül ettiği tahmin edilmektedir.

Oltu Taşının çıkarıldığı köyler
Oltu Taşı madeni genellikle Oltu’nun kuzey doğusundaki köylerden çıkar. Bunlardan bir kısmını şöyle sıralamak mümkündür. Dutlu, Güllüce, Yeşilbaşlar, Taşlıköy, Sülünkaya, Alatarla, Hankaskışla ve Çataksu köyleridir.

Oltu Taşının çıkarılışı
Yukarıda zikredilen köylerin arazisi genellikle çok engebeli dik yamaçlardan meydana geldiği için maden çıkarılan ocaklara ancak yaya ve zorlukla ulaşılabilir. Kazma kürek, murç ve çekiç gibi ilkel aletlerle çalışılır. Açılan ocakların çapı 70-80 cm. civarında olup, dike yakın bir eğilimle ilerlemektedir. Oltu Taşı cevheri üç-beş cm kalınlığında ve zaman zaman kaybolan, yani kırılmış damarlar halindedir. Ocaklarda biraz ilerleyince su çıkar ki, bu hafriyatı diz üstü sürünerek belki 200 metre uzunluğundaki ocaktan çıkarmaktadır. Maden cevherinin az ve çıkarılmasının zorluğu Oltu Taşının kıymetini daha da artırmaktadır.

Oltu Taşı’nın özellikleri
1. Topraktan çıktığında çok yumuşak olmasına rağmen, hava ile temas edince sertleşmektedir.
2. İşlenmesi kolaydır.
3. İşlendikçe sertleşir.
4. Kullandıkça parlar.
5. Rengi genellikle siyah, bazen de kahverengidir.
6. Çıra gibi is çıkararak alevli bir şekilde yanar.
7. Sürtünme ile elektriklenerek hafif cisimleri çeker.

Oltu Taşı İşletmeciliği Tarihçesi
Oltu Taşı işletmeciliği günümüzden 200 sene öncesine kadar gitmektedir. Ancak bu güzel sanat, asıl önemini Cumhuriyet döneminde kazanmıştır. Oltu Taşı madeninin çıktığı bazı köylerdeki ocak kalıntıları ile yaşlı ustaların „Ben babamdan, babam dedemden, o da babasından öğrenmiş.“ şeklindeki canlı şahitlerinden bu sonuca ulaşılmaktadır.

İşlenmesi
Oltu Taşı’nı toprak altından bin bir güçlükle çıkaranlar, genellikle işlemesini yapmazlar, İşleyenlere hammadde olarak kilo işi satarlar. Bu günkü piyasa şartlarında kilosu bir milyon TL civarındadır. Yeri gelmişken hemen şunu belirtelim ki taşı çıkartanlar, hammaddeyi işleyene pazarlayanlar, işleyerek mamul hale getirenler, işçiden alarak dükkanlara satanlar hep ayrı kişilerdir. Yani Oltu taşı tüketiciye ulaşana kadar 4-5 el değişmektedir.
Satın alınan taşlar, yapılacak mamulün, tip ve cinsine göre uygun bir şekilde küçük bir keserle kütük üzerinde kırılarak içindeki yabancı maddeler, çatlaklar temizlenir. Bu aşamada taş çok fire verir. Öyle ki bir kilo hammadde Oltu Taşı’ndan ortalama yedi tespih çıkar. keserle kırılan taşlar bu defa bıçakla etrafı yontularak lobut haline getirilir. sonra tornaya takılan bir biz aleti ile teker teker delinir. Delinen taşlar çark denilen tornadaki mile takılır. Usta, bir eli ile çarkı çevirirken, diğer elindeki keski ile milde dönen taşı tornaya çeker. Milden çıkarmadan önce, çırtı ağacının kömürünün tozu ve Palandöken Dağından getirilen tebeşir taşının tozu ile cila verilerek parlatılır. Artık işlem tamamdır. Bu anlattığımız, tespih tanelerinin yapım şeklidir. Ağızlık, gerdanlık, kolye, küpe ve buna benzer süs ve ziynet eşyaları da elde tek tek ve özenle işlenir. Bu eşyalarında yapımı için kendilerine has değişik aletleri vardır.

Mamul madde çeşitleri
1. Tespih
2. Kolye
3. Gerdanlık
4. Fincan takımı (Çok nadir bulunur)
5. Yüzük kaşı
6. Sigara ağızlığı
7. Pipo
8. Kol düğmesi
9. Küpe
10. Rozet
11. Kravat iğnesi
12. yaka iğneleri
Bu sayılan mamullerden en çok üretilen ve en tanınmışı, kuşkusuz tespihlerdir. Oltu Taşı tespihlerinin ünü Türkiye dışında da bir çok ülkeye ulaşmıştır. Oltu Taşı tespihi elde çekildikçe parlayıp güzelleştiği gibi insan, buna karşı bağışıklık kazanıyor. 33’lük olanına „tek sayı“, 99’lük olanına „üç sayı“ adı verilmektedir. kuka (yuvarlak), Kızılcık, Mercimek, Kesme, gümüş işlemeli tespih tipleri vardır.

Oltu Taşı taklitlerinden nasıl ayırt edilir
1. Oltu Taşını elinizin içine alıp nefesinizle buharlaştırdığınızda buharı çeker ve üzeri nemlenir.
2. Oltu Taşı tespihlerinin kendine has ağırlığı ve tok sesi vardır. (Mesela cam tespihler çık ağır, plastikler çok hafif olurlar)
3. Sürtünme ile elektriklendiği için küçük kağıt parçacıklarını kendine çeker
4. Bıçakla hafifçe kazındığında kahverengi toz çıkarır.
5. Kullandıkça parlar.

YÖRESEL EFSANELER
ÇOBAN.DEDE.EFSANESİ
Çoban dede Köprüköy bulunmaktadır. Çoban dede efsanesinin anlatıldığı yerde bulunana taşlar bir çobana ve koyunlarına ve birde ejderhaya benzetilmektedir. Efsaneye göre çok eskilerde bir çoban yaşarmış. BiEjderha çobanın sürüsüne musallat olmuş ve her geldiğinde bir koyunu alıp götürüyormuş günler sonra azalan sürüsüne üzülen çoban Allaha yalvararak ejderi taş etmesini ve buna mukabil kendisinin bir koç kurban edeceğini söyler. Allah duasını kabul eder fakat çoban kurbanını kesmez bu nedenle de Allah çobanı ve koyunları taş eder.

GELİN GELDİ EFSANESİ

Bu efsane Ilıca ilçemizde bulunan istasyon mevkiinde ki Gelin Geldi gölü ile ilgilidir.

Erzurum’a giderken gerek karayolu gerekse tren yolu ile içinden geçtiğimiz çok şirin ve turistik bir ilçemiz olan Ilıca çermikleri yani kaplıcaları ile meşhurdur. İlçenin hemen her yerinden mutlaka bir sıcak su kaynağı çıkmaktadır. Bu anlatacağımız hikâyede böyle bir kaynağın bulunduğu Ilıca istasyonundaki Gelin Geldi gölünün ismi ile ilgilidir.

Ilıca istasyonun bu günkü yerinde vaktiyle bir göl varmış. Zamanla kaybolan bu gölün yerine şu anki istasyon inşa edilmiş. Göl de kaybolmamış fakat eskisine göre nispeten küçük bir göl halindedir.

İşte bu gölün adı ile ilgili çok güzel efsaneler anlatılır. Onlardan biri şöyledir;

Çevredeki köylerden birinde güzel bir kız varmış. Bu kıza komşu köylerden bir delikanlı âşık olur. Kızında gönlü delikanlıda. Durumlarını ailelerine açarlar. Bu iki gencin evlendirilmesine karar verilir. Fakat araya delikanlının askerliği girer. Kız ile delikanlı murat alıp vermemeden ayrı düşerler. Kız baba evinde delikanlı asker ocağında kavuşacakları günü beklemeye başlarlar.

Bir gün köye delikanlının şehit olduğuna dair bir haber gelir. Gelinlik giymeyi bekleyen genç kız bu haber karşısında sarsılır. Ama elden ne gelir ki. Artık sevgilisi ölmüştür. Ağlamanın sızlamanın bir faydası yoktur.

Kızın yeni taliplileri olur. Babası bunlardan birine kızını verir. Düğün dernek kurulur. Davullar vurulup zurnalar çalmaya başlar. Gelin alayı vakti gelince gelinin atını çeker ve yola çıkarlar. Alay yolda bir gölünü kıyısına gelince bir müddet dinlenmeye karar verilir. Atından inip gölün berrak sularına dalgın dalgın bakan genç kızın aklı hep eski sevgilisindedir. Onu düşünmektedir. Gölün pırıl pırıl sularına bakarken onu sanki suyun içindeymiş gibi görüverir. Hemen doğrulur. Suya doğru koşmaya başlar. Suların sakin güzelliğini boza boza ilerler ve düğün alayındakilerinin şaşkın bakışları altında gözden kaybolur. Kafiledekiler her an gelinin sudan çıkacağını ümitle beklemeye başlarlar. Gölde görülen her hangi bir değişiklik gelinin geldiğine yorulur ve bekleyenler “gelin geldi!” “gelin geldi!” diye söylemeye başlarlar. Gölde meydana gelen su hareketleri bu; “gelin geldi!” “gelin geldi!” diye söylenen sözlerle daha çok hareketlenir. Günümüzde de bu hareketlenme yani gölde ki dalgalanmalar halen daha bu sözler üzerine devam etmektedir. Gölün adı da < Gelin Geldi Gölü > olarak anılmaktadır.

ILICA SÖĞÜTLÜ KÖYÜ BALIKLI GÖLÜ EFSANESİ

Erzurum Ilıca ilçesi güneyinde ilçeye yakın 5-6 km uzaklıkta Söğütlü Köy’ünde Balıklı bir göl vardır.

Bu gölde Anadolu’nun fethi sırasında buradaki Türk Akıncılarının savaşta su içerken arkalarından vurularak şehit oldukları ve Allah tarafından balık oldukları söylenmektedir.

Bir gün, köyden bir adam gölde tuttuğu balıkları eve getirir ve karısına balıkları kızartmasını söyler. Söyler ama bu balıklar balık değil balık gibi görünseler bile her biri Allah tarafından balığa çevrilen şehit akıncılar. Kadın balıkları tavaya koyar ve kızarmaya başladığında, kızaran balıklar tavadan kaybolur. Adam ve karısı gördükleri durum karşısında hayrete düşerler ve kendilerini korkudan dışarıya atarlar ve göle kadar giderler.

Kızartmaya çalıştıkları balıklar sırtları kızarık şekilde gölde yüzmektedirler. O günden sonra bu balıklar kutsal sayılır ve hiç kimse bu gölden balık tutmaz. Göldeki balıkların her birinin muhtelif yerleri yanık gibidir. Bunun tavadaki kızarıklıktan ileri geldiği söylenir.

KÜLHANCI BABA EFSANESİ

Hamam sahibi, hamamında tellaklık yapan genç delikanlı Külhancı babayla dertleşmiş.

Ben şimdi nereden külhancı bulacağım. Zor durumdayım, diye yakınmış.

Külhancı babada ustasını çok severmiş ustasını çok severmiş.

Hiç üzülme. Git sende dinlen. Kırk gün bu hamamın sorumluluğu bana ait. Yalnız gözünün arkada kalmayacağına söz ver. Giderken dönüp arkana bakma bile. Kırk gün sonra çık gel. Ama sakın şaşırıp ta kırk günden önce gelme, sözünde durmazsan tüm çabam boşa gider, diye hamam sahibine tembihlemiş

Hamam sahibi de:

– Bu deli oğlan bir şeyler kuruyor ama hadi hayırlısı. Dediğini bir yapalım bakalım, diye düşünmüş.

Gidip evine kapanmış. Yalnız her akşamüzeri hamama gelir hâsılatı Külhancı Baba’dan alırmış. Verdiği sözü tutar külhanı hiç dolaşmazmış.

Günler günleri kovalamış. Eskiden eşeklerle katar katır odunlar her gün hamam taşınırken; artık hamama kimsenin odun getirmez olduğu hamamcının ilgisini çekmiş.

— Yav, bu deli oğlan külhanı neyle yakar acep? İşin başına geçtiğinden beri hamama ne bir oduncu uğradı, nede bir eşeğin sırtında odun yüküne rastladım. Bu oğlan külhanı neyle ısıtır acep? Diye meraklanır dururmuş.

Hamamcının merakı her gün biraz daha artmış. Günlerde 39’a dayanmış. Otuz dokuz da bir, kırkta bir diyerek artık dayanamıyorum gidip bakacağım demiş. Doğru külhana yollanmış.

Bir de ne görsün Su haznesinin altında bir tek mum yanmakta. Koca hamam bu mum ile ısınmakta.

Tam bu sırada içeriye Külhancı Baba girmiş:

– 39 gün bekledin de, bir gün bekleyemedin mi? Bir gün daha bekleseydin hamamı gaipten ısıtacaktım, demiş.

Yani hamamcı bir gün daha bekleseymiş yeraltında sıcak su fışkıracakmış ve hamam öyle çalışacakmış. Hamamcının aceleciliği ve merakı yüzünden Külhancı Baba’nın kerameti bozulmuş. Hamamcı çok pişman olmuş ama iş işten geçmiş. Hamamı mumla ısıttığını gelip görmeseymiş Allah’ta ona kudretten sıcak su gönderecekmiş.

TORTUM GÖLÜ EFSANESİ

Erzurum Tortum ilçesinde bulunan Tortum Gölünün güzel bir efsanesi halk arasında şöyle anlatılır..

Tortuma bağlı Uzundere Hars (Uludağ) köyünden bir çoban sürüsünü otlatırken, kulağına gaipten bir ses gelir…

— Geliremmmmmm …

Çoban şaşırır, sağına soluna bakar, hiç kimseyi göremez. Kendi kendine vehimlendiğini sanır. Akşama kadar bekler ve köyüne döner. Çoban ertesi gün yine aynı yerde aynı sesi bir kere daha işitir. Yine kimsecikler yoktur. Bu hadise üçüncü günde aynen tekrarlanınca çoban köyün büyüklerine konuyu açmak ister, konuşur. İçlerinden gün görmüş bir yaşlı köylü çobana derki:

— Evladım, yarın da aynı sesi yine işitirsen, „Gel bakalım ne yapacaksın!“ de bakalım ne olacak…

Dördüncü gün çoban ihtiyar köylünün dediğini yapar. Sesi işitir işitmez başlar bağırmaya:

-“Gel bakalım gel bakalım ne yapacaksın…”

Çoban bu sözleri söyler söylemez eteklerinde sürüsünü otardığı dağın yarısı kopar ve aşağıdan akmakta olan Tortum Çayının önünü kapatır. Böylece bir tarafta göl meydana gelir, diğer tarafta da kayalardan taşan su Tortum Şelalesini meydana getirir.

ATA SPORUMUZ CİRİT
 

Geleneksel spor dallarımızdan en heyecanlısı olan cirit Erzurum’da eski canlılığı ile yaşatılmaktadır. Atla, insanın birlikte mücadelesine dayanan ve erliğin bir göstergesi olarak kabul edilen cirit için Erzurum’da özel sahalar bulunmaktadır. İlçe ve köylerde geniş çayırlık alanlarda, özellikle hafta sonları düzenlenen karşılaşmalarda oyuncular kadar özleyenlerde büyük heyecan duyarlar. Günümüzde Orta Asya’dan geldiği şekli ile nesillerden intikal ederek gelen bu ata yadigarı sporumuz, yabancılarında büyük ilgisini çekmektedir. Cengiz Han Zamanında Anadolu’ya geldiği tahmin edilen bu sporun ülkemizde başka yörelerde oynanmasına karşılık, bu işe en çok gönül verilen yer Erzurum dur.

OYNANIŞI :

5 kişilik takıma bölük, 7 kişilik takıma Alay denir. Her takımın kolunda işaretle belirlenen bir kolbaşı vardır. Kolbaşı takımının tüm hareketlerinden sorumludur. Takımın oyun taktiğini verir. kolbaşı vakitsiz çıkan veya çift çıkan oyunculara engel olup, saftaki oyuncuların ileri ve geri 5 m.’lik derinlikteki alay durağında durmasını sağlar.

Her takımın (Bölükte 2) (Alayda 3) yedek oyuncusu bulunur. Yedek oyuncular saha hakeminin arkasında ve kendi sahasında açıkta beklerler.

Oyuncu değişiklikleri oyunun duraklama anında saha hakemi tarafından baş hakeme verilerek yapılır. Bir oyunda en fazla 3 değişiklik yapılabilir. Bütün oyuncuların arkasında ve atlarının haşe bezinin iki tarafında numara bulunur. (Binici ile atın numaraları aynı olacaktır.) Formalar aynı renkte ise takım numaraları A takımında (1–10), B takımında (11–20) olmaktadır. Oyuna başlama ve ilk çıkış hakkı kura sonunda sahayı kaybeden takıma aittir. Alay çıkışları alay durağında yapılır. Erken çıkış ihlali yasak saha, çift çıkış ihlali atış sahasının çizgisidir. Her iki durumda da hatalı oyuncular alay durağına geldikten sonra başka bir oyuncu hamle yapabilir.

Bir ciritçi oyun sahasından alaydan birini yarım veya çark (Tam Çark 2’den fazla olmaz) yaparak cirit’ini atar. Alay ortalarından atış sahası dışından veya yasak içerisinden cirit’ini atan biniciye bir fena puan verilir. Bir ciritçi atış bölgesi içerisinde cirit’ini atarak rakip takım oyuncuna isabet ettirirse 3 puan alır. Ata vuruş isabet sayılmaz, ata kasti vuruşlar 1 kötü puanla cezalandırılır. Aynı oyuncunun ikinci tekrarında 5 dakika dinlenmeye alınır. Üçüncü tekrarında oyundan çıkarılır.

rakip oyuncunun atmış olduğu cirit’i havada tutan ciritçi alay durağında tuttuğu cirit için birinci oyun esnasında tuttuğu cirit için takımına 3 puan kazandırır. Kesme anında rakibini yakalayan ciritçi (Rakip atın kuyruk hizasına kendi atının başının gelmesi) cirit’ini atmaz, Bağışlarsa 3 müspet puan alır. Mesafeyi 3 metreden fazla açmadan atarsa 3 kötü puanla cezalandırılır. Aynı ciritçinin ikinci tekrarında oyundan çıkartılır ve yerine oyuncu alınmaz. Kesme yapan ciritçi rakibini bağışladıktan sonra alaya gelerek cirit’ini atar. Cirit’ini atmazsa 1 fena puan alır. Oyun esnasında hakem kararını dinlemeyen ve kasti hareket eden oyuncu yarışmadan ihraç edilir. Yerine yedek oyuncu dahil edilmez.

Bir oyuncunun attan düşmesine 3 fena puan verilir. 2. düşmede 6 ve 3 düşmede ise oyundan diskalifiye edilir. Oyunda olan bir ciritçi yarışma sahası içerisinde (At sakatlanması hariç) hiç bir surette attan inemez, inmesi halinde 1 kötü puan alır. Cirit genelde gösteri mahiyetinde oynanır. Sayı hesabına göre oynadığı zamanlar da oyun esnasında takımların birbirlerine önceden tespit edilen yukarıda bahsedilen kurallara göre isabetli vuruşları daha fazla olan takım cirit oyunun galibi sayılır. Her iki takımca ve herkesçe cirit’i iyi bildiği bilinen kişilerin hakemliği ile cirit oynanır ki bu kişinin (Hakemin) verdiği kararlara ve sayılara hiç kimse itiraz edemiz. milli sporlarımızdan ciritin anavatanı Erzurum’dur. Cirit buruda tutunmuş, burada unutulmaktan kurtulmuş, Büyük Türk Hükümdarı Alparslan’ın açtığı bu kapıdan Anadolu’ya yayılmıştır.

Ciritte erlik yaşar. Ama her şeyden önce bir tarih yaşar Orta Asya’dan Anadolu’ya at sırtında gelip, Erzurum kapısından geçerek yerleşen ve zaman zaman Tuna kıyılarına dayanan ata sporu cirit, ilk defa Erzurum’da yerleşmiş; mayası Erzurum’da tutmuş, Erzurum’da sevilmiş burada unutulmaktan kurtulmuş Milli sporumuzdur. Erzurum’da cirit mevsimi ilkbaharda kar kalkar kalkmaz başlar, sonbaharda biter. Ancak hava sıcaklığı –15 C’nin altına düştüğünde kışın kar üstünde oynanır, kışın boş zamanlar değerlendirilir. 23 Temmuz Doğu Fuarı içinde dünyada ilk defa cirit oyunu alanı yapılıp, hizmete sokulmuştur.

Puan alma: Ciritçiye vuruş isabeti 3 puan, ciriti havada tutmak 3, rakibi yakalayıp bağışlama 3, tehlikeli durumda puandan vazgeçme 3.

Puan kaybetme: Rakibi yakalayıp bağışlamama 3, atın rakibe kasten çarptırılması 3, ata cirit kasten vurma 3, at ile karşı alaya girme 1, yan çizgiyi geçme 1, rakip takıma atış sahasından atmama 1, alay atışında cirit’i atamama 1, erken ve çift çıkış 1, attan düşme 3, attan inme 1.

ERZURUM..KRONOLOJİSİ

İsa’dan Önce XI. yy. (Azzi–Hayaşa) dönemi
İsa’dan Önce VIII. yy. (Urartu) egemenliği dönemi
İsa’dan Önce 585–550 (Medler) dönemi
İsa’dan Önce 550–530 (Persler) dönemi
İsa’dan Önce 330–323 (İskender) dönemi
İsa’dan Önce 323–120 (Selokit Krallığı) dönemi
İsa’dan Önce 120–34 (Partlar) dönemi
İsa’dan Önce 34 Roma egemenliğinin başlaması
İsa’dan Sonra 395 (Bizans) egemenliğinin başlaması
610 Erzurum’un Sasanilerin eline geçmesi
638 İlyaz Bin Ganen’in Erzurum’u ele geçirmesi
651 Habib bin Mesleme’nin Erzurum’u Bizans’tan geri alması
686 Bizanslı komutan Leontlos’un Erzurum’u alması
700 Emevi Halifesi Abdülmelik’in oğlu Abdullah’ın Erzurum’u Bizans’tan geri alması
753 Kentin yeniden Bizanslıların eline geçmesi
772 Ermeni ayaklanması üzerine kente gelen Amr bin İsmail el–Haris’in yöreyi Abbasi yönetimine bağlaması
934 Loannes Kurkuas’ın kenti ele geçirerek Bizans yönetimine bağlaması
948 Kentin Abbasiler tarafından geri alınması
949 Loannes Çimiskes’in kenti yeniden Bizans yönetimine bağlaması
979 Erzurum yöresinin Bağratlı David’e verilmesi
1001 II. Basileos’un Erzurum yöresini Bağratlılardan geri alması
1019 II. Basilleosun Oltu’yu ele geçirmesi
1048 İbrahim Yinal ve Kutalmış Bey’in Erzurum yöresine akınlar yapması
1054 Tuğrul Bey’in Erzurum önlerine kadar ilerlemesi
1058 Yakut Bey’in Erzurum yöresindeki bir çok yeri ele geçirmesi
1071 Erzurum yöresini fetheden Ebulkasım’ın Saltuklular beyliğini kurması
1202 Anadolu Selçuklu sultanı II. Süleyman şah’ın Saltuklular beyliğini ortadan kaldırması
1230 Alaeddin Keykubat’ın Erzurum beyi Cihanşah’ı görevden alarak kendi doğrudan Anadolu Selçuklu yönetimine bağlaması
1242 Erzurum’un Moğolların eline geçmesi
1295 Erzurum’un tümüyle İlhanlı egemenliği altına girmesi
1358 Erzurum’un Cezayirli Uveys Bahadır Han’ın eline geçmesi
1385 Karakoyunluların Erzurum’u ele geçirmesi
1387 Timur’un, kenti Mutahharten’in yönetimine vermesi
1404 Timur’un ölmesi üzerine Yusuf Ali adlı bir Türkmenli kent yönetimini ele geçirmesi
1434 Akkoyunlu hükümdarı Karayülük Osman’ın Erzurum’u alması
1468 Akkoyunlu Uzun Hasan’ın Erzurum’u ele geçirmesi
1502 Erzurum’un Safevilerin eline geçmesi
1517 Yavuz Sultan Selim’in Erzurum’u Osmanlı yönetimine bağlaması
1535 Erzurum Beylerbeyi’nin kurulması
1590 Kent halkının yeniçerilere karşı ayaklanması
1622 Abaza Mehmet paşanın ayaklanması
1628 Abaza Mehmet paşanın ayaklanmasının sona ermesi
1803 Erzurum Valisi Gürcü Osman paşanın ayaklanması
1828 Erzurum’un Rus işgaline uğraması
1829 Rusların Erzurum’dan çekilmesi
1856 Türk–Rus savaşı (Gavurboğan savaşları)
1877 Erzurum’un yeniden rus işgaline uğraması ve şanlı Aziziye savaşında Erzurum’un Türk tarihine emsalsiz bir zafer kazandırması
1879 Berlin antlaşması ile Rus işgalinin sona ermesi

Erzurum gegen Ende des Ersten Weltkrieges.

Obwohl Erzurum in osmanischer Zeit ein bedeutendes Militärlager war, reichten die Wohnsiedlungen im Osten, Süden und Westen weit über das ummauerte Stadtgebiet hinaus und die meisten muslimischen Grabbauten (türkisch kümbet, von persisch gonbad) wurden außerhalb errichtet. Vor allem Armenier lebten in den Außengebieten, da sie allmählich aus der Innenstadt verdrängt wurden. Die befestigte Stadt war das Wohngebiet der angesehenen muslimischen Familien.

Im 19. Jahrhundert besetzten mehrfach Russen Erzurum, vermutlich hatten sie die Çifte Minare Medresesi beim russisch-osmanischen Krieg von 1828/29 so schwer beschädigt, dass die seit mindestens Anfang des 17. Jahrhunderts dort bestehende Kanonengießerei um 1837 in die Yakutiye Medresesi ins Stadtzentrum verlagert werden musste. 1830 zogen sich die russischen Truppen aus dem Distrikt zurück, viele Armenier aus der Stadt und den umliegenden Dörfern wurden gezwungen, mit ihnen zu gehen. 1878 eroberten russische Truppen erneut die Stadt, zum Schaden für die historische Bausubstanz.[5]

Vor dem Genozid im Jahr 1915 machten Armenier einen großen Teil der Stadtbevölkerung aus. Am 14. Juni 1915 begann die Deportation der Armenier aus Erzurum.[6] In der Schlacht von Erzurum besiegte 1915 die russische Armee die in der Stadt verschanzten osmanischen Truppen. 1917 bzw. Nach dem Ende des Weltkrieges und dem türkischen Unabhängigkeitskrieg-gehört-die-Provinz-Erzurum-zur-Türkei. (Friedensvertrag Deutschland, Östereich-Ungarn, Bulgarien und Türkei gegen Russland).

Vom 27. Juli bis zum 7. August 1919 fand unter der Leitung von Atatürk in Erzurum der erste türkische Nationalkongress statt, der eine wichtige Rolle für die Republikgründung 1923 spielte. Nach dem Zweiten Weltkrieg gewann Erzurum seine wirtschaftliche Rolle vor allem durch den Handel mit dem Iran und als große Garnisonsstadt zurück.

1939 forderte ein Erdbeben 40.000 Todesopfer und zerstörte die gesamte Innenstadt. Bei einem weiteren Erdbeben 1964 wurde die Große Moschee beschädigt. Auch in den 1980er Jahren wurde Erzurum von Beben erschüttert.

GESCHICHTE

Blick von der Burg nach Süden. Links hinten die Çifte Minare Medresesi, rechts davor die Ulu Cami

Die Umgebung von Erzurum gehörte in urartäischer Zeit vermutlich zu Diaueḫe[3].

Eine erste Siedlung mit dem armenischen Namen Karin an der heutigen Stelle ist seit der Zeit der Artaxiden belegt. Am Anfang des 5. Jahrhunderts bauten die Byzantiner unter Kaiser Theodosius II. die Stadt zu einer Festung aus und nannten sie Theodosiopolis. Der Deve Boyun-Hügel unmittelbar östlich der Stadt bildete die Grenze zum Gebiet Persarmenien, die Pasinler-Ebene jenseits des flachen Hügels wurde von den Sassaniden kontrolliert. Mit deren Angriffen war am ehesten an diesem Talübergang zu rechnen. Tatsächlich belagerten Theodosiopolis während des persisch-römischen Krieges in den Jahren 421 bis 422 Truppen des Sassanidenkönigs Bahram V. Die Stadt ging im Jahr 502 für kurze Zeit an die Perser verloren, wurde jedoch wieder zurückerobert.

Theodosiopolis war Sitz eines Bischofs. Das Bistum wurde zum katholischen Titularbistum Theodosiopolis in Armenia und gehörte der Provinz Armenia III an, die auch als Theodosiapolitanus in Cappadocia bezeichnet wird. Seit 1964 ist es nicht mehr besetzt. Die Stadt kam im Zuge der arabischen Expansion von 655 bis 751 unter umayyadische Herrschaft, während die westlich gelegene armenische Stadt Yerznka (heute Erzincan) 680 Sitz eines Bischofs war. Mitte des 8. Jahrhunderts gelangte Theodosiopolis zeitweilig in byzantinische Hand und wurde 771/772 bei einem Aufstand armenischer Herrscherfamilien (nakharas) beinahe erobert. Danach war die Stadt wieder ein arabischer Militärposten, den 947 nochmals die Byzantiner eroberten. Diese gründeten in der Ebene von Erzurum die unbefestigte Stadt Artsn, in die einige Einwohner von Erzurum umsiedelten. Zwischen beiden Städten bestanden Handelsbeziehungen. 979 übergaben die Byzantiner das Gebiet um Erzurum an den georgischen Herrscher David III. Mit dessen Tod im Jahr 1000 kam es wieder zu den Byzantinern zurück.[4]

In arabischen Quellen wurde Erzurum Qālīqalā oder Qālī genannt, nach dem antiken Qarin (auch armenisch Qarnoi Qalak). Die Seldschuken nannten sie Arzan al-RûmArzan-i Rûm oder Arz-i Rûm. Die Stadt Artsn (Arzan) wurde durch den Einfall der Seldschuken zerstört. Rûm ist von den Rhomäern abgeleitet.

Erzurum entwickelte sich unter byzantinischer und seldschukischer Herrschaft bis zum 15. Jahrhundert zu einer wichtigen Handelsstation. Die Stadt war Zentrum der Saltukiden von 1071 bis 1202 und wurde 1230 von den Seldschuken eingenommen. Die Eroberungszüge der Mongolen Mitte des 13. Jahrhunderts führten zu einem wirtschaftlichen Niedergang; bis zur Fertigstellung der Yakutiye Medresesi 1310 gibt es keine Hinweise auf eine nennenswerte Bautätigkeit. 1402 war Erzurum Ausgangspunkt für den Angriff Tamerlans gegen das osmanische Heer unter Sultan Bayezid I. Im Jahr 1520 wurde die Stadt in das Osmanische Reich eingegliedert und erhielt ihren heutigen Namen.